Geçen
yazımda bir pazarlamacı gözüyle toplumda oluşan olumsuz plastik algısının
düzeltilmesi için tüm nefesimizi gelecek nesillere yani çocuklarımıza
yönlendirmemiz gerektiğini çünkü algı yönetiminin en başarılı olacağı insanların
çocuklarımız olacağını ifade etmiştim. Buradaki fikrimin üzerine geçen gün
Sayın Temel Aksoy’un kendi web sayfasında yazdığı “Markalar futboldan neler öğrenebilir?” Başlıklı makalesini okuyunca “taraftar
müşteri” yaratmanın mümkün olup olamayacağını sorgulamaya başladım.
Taraftar
müşteri, bir firmanın ürün veya hizmetlerinin başkaları tarafından da alınması
için onları ikna etmeye çalışan gönüllülerdir. Taraftar müşterinin yaptığını
ileri seviyede ağızdan ağıza pazarlama örneği olduğu söylenebilir. Bir
müşterinin taraftar müşteri olabilmesi için tamamıyla sadık olması gerekir ki
gönüllü olarak başkalarıyla böyle bir etkileşimin içerisine girebilsin.
Günümüzde
her geçen gün daha çok emtialaşan ve hâkimiyetçe rekabetin hüküm sürdüğü pek
çok sektörde sadık müşterilere sahip olabilmek bile artık markalar için çok
büyük bir hayal haline gelmişken taraftar müşteri yaratabilmek nasıl mümkün
olabilir?
Peki,
futbol takımları bunu nasıl başarabiliyorlar?
Birkaç
yıl boyunca onları sürekli hayal kırıklığına uğratan bir takımı desteklemeye
devam edebiliyorlar da niçin bunu başka markalara karşı yapmıyorlar?
Neden
diğer markalara karşı bu kadar acımasızlar?
Ya
da başka markalara karşı bunları yapmalarını beklemek gerçek dışı mıdır?
Futbol bizim de içinde bulunduğumuz Avrupa, kuzey Afrika ve Arap yarımadası coğrafyasında, Latin Amerika ve Asya kıtalarında böyle muazzam bir tılsıma sahip olmasına rağmen ABD’de bu tılsımı beysbol ve Amerikan futboluna kaptırmış durumda. Aynı şekilde, Neden Kanada’da buz hokeyine, Hindistan ve Pakistan’da krikete ya da Çin’de masa tenisine kaptırmış durumda?
Futbol bizim de içinde bulunduğumuz Avrupa, kuzey Afrika ve Arap yarımadası coğrafyasında, Latin Amerika ve Asya kıtalarında böyle muazzam bir tılsıma sahip olmasına rağmen ABD’de bu tılsımı beysbol ve Amerikan futboluna kaptırmış durumda. Aynı şekilde, Neden Kanada’da buz hokeyine, Hindistan ve Pakistan’da krikete ya da Çin’de masa tenisine kaptırmış durumda?
O
zaman burada olaya marka yönetimi açısında futbolun daha yukarısından bir yerlerden
bakmak gerekiyor. Farklı kültürlerde ve coğrafyalarda insanları peşinden
sürükleyen kitlesel spor dalları bu taraftarlığı, aidiyet duygusunu, koskoca
insanları, işadamlarını bir skor sonrası tanımadığı birine sarılacak kadar
mutlu etmeyi ya da takımı yenilince birkaç gün hayata küsecek kadar üzmeyi
nasıl başarıyorlar?
Aşağıdaki sorular
ile sorgulamaya devam edelim.
Siz
hiç “Ben yanlış karar vermişim” diyerek takım değiştiren birisini gördünüz mü?
Ya
da otuz yaşından sonra bir takımı tutmaya başlayıp gerçek taraftar olabilen
birini?
Pek
çok kişi yaşadığı semtin veya şehrin takımına, doğduğu kentin takımına ve hatta
başka ülkelerin dünyaca ünlü takımlarına karşı da yakınlık hissetmesine, onları
desteklemesine ve hatta bazı maçlarına gitmesine rağmen bu futbol takımlarına
karşıda neden o aidiyet duygusunu ve gerçek taraftarlığı hissetmiyorlar?
Böyle
bir kişi örneğin 30 yaşından sonra takım tutmaya başlayan birisi belki
yaşanılan mutluluklara bir nebze de olsa ortak olabilir. Fakat asla
başarısızlıkların sebep olduğu üzüntüyü içinde hissetmeyecek, hayata küsmeyecek
ve olsa da olur olmasa da olur bir tavır takınarak bu takımlar için bırakın
taraftar olmayı sadık bir müşteri haline bile gelmeyecektir.
Böyle
bir sadakati ve aidiyet duygusunu ikinci bir futbol takımı bile başaramıyorsa
diğer markaların yetişkinler üzerinde yürüttükleri tutundurma çalışmaları ya da
sadakat programları onları ileride sizin taraftar müşterileriniz haline
getiremeyecektir. Zaten sadakat programlarından daha çok hainlik programlarını andıran
veya rüşvet kokan içeriklere sahip uygulamalarla sadakat sağlanabilmesi de
günümüzde artık pek mümkün görünmüyor. Philip Kotler günümüzde çoğu
müşterilerin üşengeçlik ve umursamazlıktan ötürü harekete geçmediklerinden
dolayı sadık olarak göründüklerini dile getiriyor. O zaman taraftar müşteri
yaratmanın bir yolu olabilir mi?
İnsanları
futbol taraftarı yapan şey; içlerindeki sevdadır, kendilerini bildik bileli
yanında oldukları takımlarıdır. Babalarından gördükleridir hatta babalarıdır.
Hafızalarına kazınmış muhteşem anılardır. Sadece galibiyet anıları da değil
bunlar, baba ile beraber geçirilen vakitler, maç öncesi yenen yarım ekmek
köfteler, içilen kolalar, maç sonrası omuzlara alınılarak söylenen marşlar
eşliğinde yapılan yürüyüşler, tanımadığınız birileri tarafından alkışlanarak
daha çok bağırmanız için elinize tutuşturulan kuruyemişinden şekerine türlü
türlü rüşvetlerdir. Ya da babanızın omzunda son dakika yenen gol sonrası hüngür
hüngür ağlamaktır.
İnsanlar için asl
olan çocukluklarıdır.
İnsanlar
ne hissettiklerini asla unutmazlar. Ben de unutmadım, siz de unutmadınız, kimse
unutmadı. Çocukluğunuzdur sizi gerçek bir taraftar yapan. Çocukken benliğinize
kazınan anılar bütünüdür.
Futbol
(ya da ülkesine göre popüler diğer spor dalları ) takımları geleceğin
yetişkinleri olacak çocuklarımız üzerinden algı yönetimi yaparak, onların duygularını
ve algılarını daha küçük yaştayken etkileyerek bunu başarıyorlar. Futbol
takımları bir marka olarak değerlendirildiğinde bunu da daha önce yarattıkları taraftar
müşteriler aracılığı ile yapıyorlar. İleri düzeyde ağızdan ağıza gönüllü bir
pazarlama var ortada ders niteliğinde. Mutlu veya mutsuz, tatmin olsun ya da
olmasın yapılan gönüllü bir pazarlama. Bu nedenle genelde babalar ve oğulları
aynı takımı tutmaktadırlar. Eğer farklı takımlara gönül vermişlerse de algı
yönetiminde babaya karşı galip gelmiş olan amca ve dayı ikilisine bakmak
gerekir. Sonuç olarak bir taraftar müşteri tarafından ikna edilme söz konusu.
Bu
çocuklara hangi takımı tutmak istedikleri sorulmadı, takımların artıları ve
eksileri üzerinden değerlendirmelerine ya da deneyimleyerek karar vermelerine
izin verilmedi. Kendilerine sunulanı beğenip sahiplenmeleri sağlandı. Eğer birkaç alternatif varsa genelde babanın
ya da kim çocukla fazla zaman geçirerek kendisini sevdirdiyse o kişinin
yönlendirdiği takımı tuttu çocuklar. Bir süre sonra zaten kendilerini bu grubun
bir parçası bularak büyüdüler ve birer taraftar oldular. Bütün bu
antidemokratik seçime rağmen hiçbirimiz bu kararımızdan dönmedik, dönmeyi de
düşünmedik ve hatta pişman dahi olmadık bazen kızıp böyle söylesek bile gerçek
anlamda asla pişman olmadık. Hep sevdik takımlarımızı; her zaman her yerde. Siyahıyla
beyazıyla sevdik. Benim kızım da etrafındaki tüm olumsuz yorumlara rağmen seviyor
hem de simsiyah bembeyaz. J
Taraftar
müşterilere sahip olmak istiyorsanız çocukları merkezine yerleştireceğiniz bir
stratejik niyet ortaya koymalı ve geleceğimize yatırım yapmalısınız.
Geleceğin
taraftar müşterilerine sahip olacak olan firmalar çocuklara yatırım yapacak vizyon
sahibi firmalar olabilir diye düşünüyorum. Sürekli müşteri odaklı olmak lazım,
müşterinin istek ve beklentilerindeki değişimi iyi gözlemlemek ve bu değişim
doğrultusunda stratejilerimizi ve iş yapış şekillerimizi revize etmek lazım
deriz.
Peki, hangi
müşteriye bakmak gerekiyor? Geleceğin nesilleri
olacak çocukları bu müşteriler arasına alıyor muyuz?
Marka
yönetiminin anlamı da zaten tüketicilerin zihninde marka hakkında olumlu bir
tutum geliştirerek onları rakiplerinizin markaları yerine sizin markanızı
tercih etmelerini sağlamak suretiyle algı yönetimi yapmak değil midir? Marka
yönetimi konusunda başarılı olmuş çok sayıda firma gösterebilirsiniz. Sadakat
programları sayesinde müşterilerine kendilerini ayrıcalıklı hissetmelerini
sağlamış başarı öykülerine ve ders niteliğinde uygulamalara sahip olduklarını iddia
eden markalar da gösterebilme şansınız vardır. Ama gerçekten “taraftar
müşteri” yaratabilmiş marka bulabilmeniz neredeyse imkânsızdır.
Para kazanmanın gitgide çok daha zor
olacağı bir gelecekte bir adım öne geçebilmek için şimdiden geleceğe çocuklar
üzerinden yatırım yapmak gerekiyor. İfade etmek istediğim şey tabi ki çocukların
her yaş grubundayken beğenip alacakları mal karmasına sahip olmak değil.
Onların hafızasında, onları mutlu eden eşsiz bir deneyim sunan bir marka
algısını yerleştirmektir. Yeter ki bu algı küçük bir çocuğun zihninde kendine
tutunabilecek bir yer bulsun, hele bir kök salsın. İnanıyorum ki rakiplerinize
karşı önemli bir stratejik rekabet avantajı yakalayacaksınız.
Geleceğimiz
çocuklarımızın hafızasında yazılıyor.
Resim şuradan alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder